CİDDİYET BUDALALIĞIN MASKESİDİR!: 30/12/2007

4.01.2008

DEPREMLER yaratıyorsun yüreğimde

Sevgili şairimiz Aziz Aytaş yıllardır bangır bangır bağırıyor deprem adam öldürmezzzzzzz asıl öldüren çökelek yetersizliği pardon malzeme yetersizliği diye. Ve blogumuza Aziz Aytaş'ın edebiyatımızda 8.4 şiddetinde deprem etkisi yaratacak bir şiirini alıyoruz.Kandilli Rasathanesinden aldığımız bilgiye göre Aziz Aytaş'ın-pardon depremin-artçı şokları devam edecek.

Deprem
uzun geceler yaşıyoruz seninle kaç zamandır
durgun göl değilsin biliyorum
bir yer altı nehri suskunluğun
içinden ve derin akıyor sözcükler
belki bir fay kırığı sanıp ağzı çıkarlarsa eğer
deprem olur,sarsılır diye her yer
korkuyorsun
fakat deprem değildir ki sevgili
öldüren insanı
malzeme eksikliği biliyorsun.
16.01.07 /Mardin

SALAKÇA Sevmek

Şairimiz Ali Zengin bir defa gazozu içmek konusunda aldanmış.Ve hikayesini de bize ibret olsun diye yazmış.Okuyalım bakalım derviş ne der,ne derse güzel der(!)
Salakça Sevdim….
Geçen gün Ahmet’le konuşurken
Aklıma geldin,
Doğrusu unuttum sanmıştım seni
Anlattıkça deşti içimi
Yaramı açtı.
Onun da platonik aşkı varmış
Her gün görüyormuş,
Uzun uzun bakışıyorlarmış,
Evet sadece o kadar….
Bizim yıllarca yaptığımız gibi…

Kelimeler onun ağzından çıkarken,
Benim gözümün önünde olan sendin
Ne yalan söyleyeyim,
Kazımışım seni içime
O konuştukça, yapraklarını açtım
Yıllar geçse de aradan yıllar,
Unutmamışım, hiç bir şeyini
Her gün görüyor gibi…
Anladım ki…
Ahmet çok farklı, benim gibi değil
O unutur belki, bir hayır’ı duyunca
Ama görüyorsun ben unutmadım seni
Ne hayır’ı… her gün bin kere olmaz diye duysamda…
Unutamadım…
Çünkü ben seni,
Salakça sevdim…

Ali Zengin

Mona Lisa Urfalı şair NACİ İPEK'İN şiirinde yeniden yorum buldu

İlk iki mısraya dikkat(ne muhteşem bir söyleyiştir bu!!!!!!!)Karanlıkları karanlıklara indiren başka şair gelmez artık:

MONA LİSA
Yalnızlığım ve karanlıklar
Tül tül inmiş karanlıklara
Ruhumu doldurmuş sarmış benliğimi
Gözlerin gibi...
Duvardaki Mona Lisa,
Altın çerçevede canlanıp
Sevgilisinin Ebemkuşağı altında
“-O, benim aslım...” diyor
Bu sonbahar akşamında
Gönlümde hüzün
Gözümde son ışıkları umutlarımın
Düşüncemde sen!
Sen, sen, hep sen!
Ve... Senden uzaklarda...
Anlatılamaz, garip duygularla doluyum
Ellerim havad, duada dilim...
Karanlıklarda seni arıyor,
Sevginle umutlanıyor, ısınıyor,
Kulaklarıma gönül türkülerimi söylemek istiyorum.
Uzak
Çok uzaklarda bir ışık gözlerin
Bana hayat verir
İksirdir sözlerin!
Bu hazan mevsiminin
Akşam alacasında sevdana takılmışım,
Seni,
Sesini, bakışını,
Sıcaklığını, duruluğunu, kadınlığını arıyorum,
Senden uzaklarda,
Kimsesiz bu yalnızlığımda...
Duvardaki Mona Lisa,
Altın çerçevede, hüzünle
Mahzun gözlerine bakarak:
“-O, benim aslım!...” diyor
Hafif bir rüzgar,
Yağmuru yönlendiriyor, sevda yüklüyor:sanki sen, saçlarımı okşuyorsun!
Rayıhan bayıltıyor,
Caziben
Yalnızlığımda ve karanlıklardan beni alıp
Sana getiriyor!
Duvardaki Mona Lisa!
Altın çarçevede gözleri ışıl ışıl,
Güzelliğinin sihrine, sadeliğine kakılmış,
“O, benim aslım!...” diyor
Artık, öylesine doluyum seninle...
Elimi uzatsam tutacak
Konuşsan, sesini duyacak
Nefes alsan koklayacak
Baksan bakışlarında eriyecek,
Kollarımı sarsam, kucaklıyacak gibiyim seni!...
Ve... Seni kadere, zamana ve mesafelere inat,
Tüm varlığım, gücüm, sevgim ve özlemlerimle kucaklıyorum.
Duvardaki Mona Lisa,
Altın çerçevde mutsuz,
Hasedinden ağlayarak:
“-O, benim aslım!...” diyor.

MEDENİYETLER ÇATIŞMASINA SON NOKTAYI KOYUYOR ŞAİRİMİZ

Hatay'ın ünlü şairlerinden Nebih Nafile Doğu-Batı konusunda okurları yeniden düşünmeye çağırıyorrrrrrr...... (Ateş seni çağırıyorrrrrr gibi mi oldu ne.)
DOĞU-BATI
Senin yanında güneş
Birkaç dakika önce doğar.
Benim yanımda,
Seninkinden geç batar.
Ama hepimizin üstünden
Geçecek aynı güneş.
Aynı gökyüzü gibi.
Haydi,
Yeni günde gökyüzüne bak.
Ben güneşe gülümsüyor olacağım…
Güneş de sana…
Sen de bir başkasına
Gülümsemeyi unutma sakın.
Bir zincirin halkası gibi,
Gülümsemeler çoğalsın diye…

Nebih Nafile

3.01.2008

BİZİM DE MONAMIZ VAR! HABERİNİZ Mİ VAR MIYDI?

KARAGÜL - YERLİ MONA LİSA
Tonların ya da renklerin birbiri içinde eriyerek sisli bir etki yaratmasını sağlayan tekniği Leonarda da Vinci en iyi kullanan sanatçılardan birisidir. Mona Lisa daki ışık ve gölgeler arasındaki yumuşak geçişler sufumato uygulamasıdır. Tırnak ve parmaklarla 4 yılda tamamlanan Karagül, teknik olarak bu özelliğe yaklaşmış ve izleyici ile arasında güçlü bir atmosfer oluşturmuştur. Yüzünün yarısı sevinç, diğer yarısı hüzün olan Karagül e yakından bakıldığında ince bir tebessüm hissedilirken, uzaktan bakıldıkça adeta benden uzaklaşmayın dercesine hüzünlü bir görünüme bürünür. Farklı açılardan çok kişi tarafından izlenildiğinde Karagülün bakışları, onu izleyen tüm gözlere eşit oranda dağılır. Yere bırakılıp etrafında daire çizildiğinde Karagülün gözleri izleyicileri takip eder.Tüm bu özellikleri Noter tarafından belgelenmiştir. 50 x 70 cm. ebadında ve tuval üzerine yağlıboya ile yapılmıştır.
(Ali Taş'ın web sitesinden alıntıdır.)
Bir de şair-ressamımızın bir şiiri var ki resmi gibi noter tasdiki olmazsa da HİÇBİR ŞİİRE benzemez.ORJİNALDİR.

Sev Biraz
Işığı rüzgarda savrulan saçlarında alıyorum;
Işıksız kaldım.
Saçlarını savur biraz.
Aydınlığı gözlerinden alıyorum;
Karanlıkta kaldım.
Bak biraz
Gülüşünle doyuyorum
Çok acıktım.
Gül biraz.
Dokunuşlarınla ısınıyorum.
Çok üşüdüm.
dokun biraz.
Susuzluğumu dudaklarında gideriyorum.
Çok susadım.
Öp biraz...

Ali Taş

EDEBİYAT VE KEDİ(HELE KEDİ NURİ'NİN GAZOZUNDAN İÇMİŞSE)

yahu bu yazıya dördüncü giriş yazım olacak.neymiş ki bu Emre Sururi.ne zaman yazısına açıklama yazmaya kalkışsam PC kendi kendini resetliyor.ama bekleyin yakında önce word belgesinde yazıp sonra buraya kopyalayacağım.bu yazıdan(ki kendisi Çehov'un ''Eczacının Karısı'olduğunu sanıyor)çıkaracağımız bütün dersleri maddeler halinde sıralayacağım.şimdilik sadece KEDİ,GAZOZ,KADIN,ALDATMA VE EDEBİYAT BAĞLAMINDA DÜŞÜNÜP OKUYUN(hele şükür buraya kadar reset atmadı PC.bunu Ali TAŞ'ı yazarken bile yapmamıştı.neyse şimdilik bu yazıya dikkatimi çeken gececil dostuma teşekkür etmeliyim)
'Tamam, yok bir şey..'
Sevgilimin gözleri yeşildi ama sevdamız karaydı... (Zile bir kez bastım, açan olmadı). O benden bir yaş büyüktü, ben ondan biraz uzun. Baştan belliydi sevgimizin topal olacağı. (Cebimdeki anahtarlarımı arıyorum). Bir kış günü karlar içinde olmuştu tanışmamız. Yürürken arkamdan gelip sırtımdan vuran hain bir kartopu başlatmıştı herşeyi... Suç bende değildi. Daha o zamanlardan cesurdu, bana bakıp "Seni vurdum!" deyivermişti. Evet, henüz tanışmamış olabilirdik ama onun için o kadar da önemli değildi bu. (Kapı sessizce açıldı, koltuğa pardesümü fırlattım, şapkamı çengele astım, ceketim üstümde, kaşkol boynumda). "Benim adım Çiğdem seninkini söylesene.." İlk kez bu kadar rahat bir kızla karşılaşıyordum ama bu benim de atılgan olduğum anlamına gelemezdi ki. Adımı söylemem 3 dakikamı almıştı, yeşil gözlerindeki ışıltıya bakıp donduğumdan. Uçarıydı sevgilim, yolda yürürken incelemediği insan kalmazdı. Saçları uzun kestane idi önceleri ama sonra kestirdi. Tanıştığımızın üçüncü günü seviştik, bana ilk erkeği olduğumu söyledi, öyle bir yüz yalan söylemezdi. (Ağırdan merdivenleri çıkıyorum, Çiğdem komşuda olmalı, beni görünce şaşıracak). Evlenmedik, şu dört yıllık beraberliğimizde evliliği bir kez olsun düşünmedik. Ailelerimiz buna karşı çıktı ama yine de direndik. Bir gün bir kedi getirdi eve, yavru, sokakta bulmuş, annesi yokmuş, o bizim çocuğumuz oldu. Kızımızın adı Sevtap. İki kere beni kıskandırmak için başkalarıyla yemeğe çıktı ama ikisinde de dayanamayıp yemeğin yarısında geri döndü. Alışmıştık birbirimize. (Üst kattaki mutfağa giriyorum, buzdolabından süt çıkarıp bir cezveye boşaltıyorum). Kedi Sevtap, Çiğdem ve ben, dostlarımızın örnek ailesi seçilmiştik. Bir gün kedi Sevtap eve hamile döndü, bizim çocuğumuz olamıyormuş çünkü ben kısırmışım, bunu sonradan öğrendik. Çiğdem ağlamaktan kıpkırmızı olmuş bir burunla bir hafta dolaştı bana belli etmemeye çalışarak. (Süt yeterince ısındı, cezveyi ateşten çekip, sütü bir fincana koyuyor, dolaptan kahve kavanozunu arıyorum). Kavga ettiğimiz de oldu tabi, akşamında döndüğümde evi boş bulduğum günler de. Kirlide kalmış bir gömleğine yüzümü dayayıp onun özlemine dayanamayıp ağladığım saatleri de inkar etmem. Ama hem sevgi hem de alışkanlık, sürekli ayrılığı zor kılıyor. Ya o döndü, ya da ben gidip onu aldım ortak arkadaşlarımızın evinden, ama hiçbir zaman için kırgınlık olmadı aramızda. Anlayış... o kadar. (Fincana kahveyi de ilave ettikten sonra üstünde dumanı tüten sütümle biraz dinlenmek için yatak odasının yolunu tutuyorum). Bir kartopu atımıyla tanıştığımız Çiğdem'den ayrılmayı hiç düşünmedim, düşüneceğime de inanamam zaten. Yeşil gözleri var çünkü onun. Benimse boyum uzun. "Hadi bakalım..." bu sözü nerede duysam onu hatırlarım, onun kadar güzel kimse söyleyemez çünkü. Zamanlı ya da zamansız hiç önemi yok, bu lafı söylediğinde bırakırım yaptığım işi, ona sarılırım. Çiğdem'i severim ben. Sevtap'ı da. (Uçağın kalkışı iptal, yarına kaldı. Yatak odasının kapısı kapalı, kapının önünde Sevtap uzanmış, bana bakıyor. Turuncu-beyaz bir tekir bu bizim Sevtap). Üçlü, mutlu bir aileyiz biz, şu televizyondaki reklamlardakiler misali. Kavga ettiğimiz de olur, Sevtap'ın mamasını vermeyi unuttuğumuz da... ama yine de ayrılmayı hiç düşünmedim, düşüneceğimi de pek sanmıyorum. (Eğilip Sevtap'ın başını okşuyorum, gözlerini kapıyor, iki sivri dişinin ortasından dilini çıkarıp yalanıyor, sütlü kahvem elimde, yorgun argın, yatmak üzere kapıyıitiyorum). Sevtap'ın yavrularını başkalarına verdik, birini kendimize ayırdık. Bembeyaz rengi var, daha yavru. Karbeyazı koyduk adını, tanışmamızı hatırlatıp dursun diye. Çiğdem'in ailesi başka şehirde, güya arada çok yol var diye ayda yılda bir gidişimiz, esas gitmeyiş sebebimizi onlar da bizim gibi biliyorlar: tavır koyuyoruz efendim. (Kapıyı açarken aklıma, yolculuktan erken dönen kocaların karşılaştıkları manzaralarla ilgili karikatürler geliyor, şu andaki durumum onlara ne kadar da benziyor, dudaklarımda bir tebessüm beliriyor, şimdi bir de kapıyı açınca Çiğdem'i başka bir herifle görüyormuşum, ya da başka bir kadın, daha komik olur... Kapıyı ittim; iki kişilik pirinç somyeli yatağımızda bir herif ellerini başının arkasında kavuşturmuş, sigara içiyor, koltuk altına yaslanmış, uyumakta olan kısa saçlı bir baş; Çiğdem'in başı, onun kısa saçı... Adam beni farkedince bir an panikliyor, herhalde birazdan bu durumun mantıklı açıklamasını da yapar ama ben dinlemek istemiyorum, elimi kaldırıp "tamam, yok bişey, dikkat et uyanmasın..." diyorum. Çiğdem'in uyanmasını istemiyorum. Çiğdem uyuyor. Yorgunluk yıkıcı, ben de uyumak istiyorum. Çiğdem'e bir kez daha bakıyorum, herhalde bu onu son görüşüm, tabii dayanabilirsem. Gözleri kapalı ama yeşil var kapalı göz kapaklarının altında. En azından bunu biliyorum. Adam merakla bana bakıyor. Bu yaşadığı en garip an olmalı. "Tamam, yok bir şey". Çıkıyorum odadan, merdivenleri inip, içmeye vakit bulamadığım sütün fincanını gardroba koyuyorum, paltomu giyiyorum, tel gözlüklerimdeki camlar buğulanmış, mendilimle onu siliyorum, kapıyı sessizce kapayıp yeni bir yaşama, Çiğdem'siz bir yaşama ilerliyorum...)
Biliyorum ki böyle olmasını istemezdin, biliyorum ki herşey daha başka olabilirdi... Biliyorum ki aslında sen ne yaptığını bilemeyecek kadar kötü bir durumdaydın, biliyorum ki beni aslında ne kadar sevdiğinin farkına daha yeni yeni varıyorsun... Biliyorum ki bunların hepsi yalan, yaşanmamış. Biliyorum ki ben asla o kapıyı itip, açmadım. O el asla kalkmadı kapı koluna, asla çevirmedi onu. Dahası biliyorum ki o kartopu sırtıma asla isabet etmedi, benim için sen asla varolmadın.
EMRE SURURİ

Yurdumun ıskalanmış ŞAİRLERİ

Yurdumun Iskalanmış şairleri
Hatay'ın Samandağ ilçesinden Şefik Kimyon'dan bir şiirle başlayalım.

ŞİİR OKU ŞİİR OKUT
ŞİİR DİNLET
gel gel de kucağıma otur
aşkta yapalım bir iki tur
görenler bizi kıskanırsa
şefik bize bir iki şiir okur

MUHTEŞEMSİN SEVGİLİM
sevişmek hayata bir uyumdur
aşk yapmak en güzel oyundur
gel bana bu pozisyonda dur
gidip gelmelerim muhteşem

MOTOR TAK
insan hedefine biran önce varmalıdır
hız çağını yaşıyoruz unutmayalım
acele işe şeytandan çok bilim karışmalı
uçağın yoksa kıçına bir motor tak
ŞEFİK KİMYON(DÖRT DÖRTLÜKLER DÖRTLÜKLER II)

(NOT:Şiirlerde yazım ve noktalama konusunda orjinaline sadık kalınmıştır.)

VE Şairimiz Emekliye Ayrıldı


Hatay'n ünlü Şair((lerinden) Murat Arıcıoğulları (Türk şiir tarihinde ''kendime ait üç şiir kitabım var'' diyebilen biricik şairiMİZ)artık şiirlerini kitap haline getirmeyi düşünmediğini dile getirdi.(Kimbilir daha neler yazacaktı)Bugüne kadar üç kitabı yayınlanan şair Murat Arıcıoğulları bugüne kadar kendisine yardımcı olan tüm gönül dostlarına bir kez daha teşekkür ettiğini (Allah var daha önce de birkaç kez teşekkür etmişliği olmuştu.Mesela:
Uyan artık ey Antakya!
İstanbul,Kayseri,Ankara Bursa
dizelerinde bu ahengi yakalama konusundaki gönül dostlarının katkılarını unutmamış ve onlara teşekkür etmişliği olmuştu)
dile getirdi.
NOT:İtalikler benimdir.''İtalikler benimdir'' cümlesi de italik olduğuna göre o da benimdir.Ama ne yazık ki Uyan artık ey Antakya! İstanbul,Kayseri,Ankara Bursa dizeleri benim değildir (Oysa Allah bilir bu mısraları ben yazmış olmayı ne kadar çok isterdim.)
Sevenlerine teselli olarak son şiirlerinden-ki sanırız kitaplarından yer almamış bir şiirdir-Uyan Artık Antakya şiirini sitemizde yayınlamayı uygun gördük.



UYAN ARTIK ANTAKYA
Uyan artık ey Antakya!

Şehit edilen bizim askerimizdir.

Bu kahpelerin yaptıklarına haykır.

Şehit edilen bizim askerimizdir.

Uyan artık ey Antakya!

Al bayağını çık sokaklara haykır

Bu vatan bizim bu şehitler bizim.

Lanet et kahpelere.

Uyan artık ey Antakya!

Ateşin düştüğü yürek gibi ol.

Yanan yürek gibi haykır

Şehitler ölmez de vatan bölünmez.

Uyan artık ey Antakya!

İstanbul,Kayseri,AnkaraBursa,

Osmaniye,Afyonkarahisar

Tüm TürkiyeTüm şehitlerimizin ruhu şad olsun.

Duysunlar sesimizi.

Şehitlerimizi sahipsiz bırakma

Uyan artık ey Antakya.

Uyan

Aşk Kime Küsmüşşşşşşşşş

sexyedebiyat harika bir proce! desteklemeye and içmek üzere rakıları tokuşturalım! ho ve hemen bir "iyiedebiyat" örneği yolluyorum. Ben okudum çok etkilendim (!!)Buyrun:

“Aşkımı verdim sana yüreğimi verdim. Aşk sendin, sen yüreğimdin. Her atışı, senin iki hecelik adını fısıldadı. Kimse anlamadı; ama sen duyardın. Hak etmiş miydin bunu? Böyle derin bir aşkla sevilmeyi hak etmiş miydin? Geç kalmış bir soru bu… Nasıl hissettiysem öyle yaşadım aşkımı. Yüreğimi teslim etmemiş olsaydım sana aşk olmazdı onun adı… Umutlarımı verdim sana, hayallerimi verdim, bir gelecek düşledim seninle, hata mıydı? Yarım aşkları, kaç-kovala oyunlarını, göstermelik dargınlıkları bırakıp bir kenara, bugünü dolu dolu yaşarken, yarına dair umutlar besledim. Hepsinde sen vardın, sensiz olmayacaktım. Bugünü de yarını da seninle yaşayacaktım… Ruhumu verdim sana, bedenimi verdim. Olmadığın zamanlarda ruhumu bıraktım sana, yalnız kalmayasın diye. Çünkü sensiz olmazdı benim ruhum. İçimi sıkıntılar basardı. Müebbede mahkûm bir hükümlü gibi bedenime tünel kazıp firar etmeyi düşünürdü hep. Bu yüzden özgür bırakırdım onu…
… Hayatımı verdim sana. ‘Can’ deseydin onu da alırdın benden. Gözümü bile kırpmazdım. Zaten aşk bu değil midir? Sevgiliye dokunduğun anda, “Ölsem umurumda bile olmaz” demek değil midir aşk? Bunu demiyorsan eğer, neden yaşayasın aşkı?
Bütün bunlar yetmedi sana biliyorum. Yetseydi eğer, şimdi bunları yazıyor olmazdım zaten. Serzeniş sanma bunları, ben hayatı kendimde arıyorum. Belki de küçük bir şey yeterli olacaktı her şey için… Gönüllüydüm yoldan çıkmaya, çıktım da. Senin için değil, kendim için yaptım bunları, sonu acı olsa da. Şimdi bir tek mavi kaldı bende. Bir tek onu vermedim sana… (Mehmet Coşkundeniz, Aşk Bize Yakıştı)
Gönderen:gececil http://www.siluetekibi.org/

2.01.2008

EDEBİYATIN YÜKSELİŞİ


Her zaman eski kitaplar,imzalı kitaplar ilgimi çekmiştir.Özellikle imzalı kitapların nasıl yazar-şaire imzalatılıp sonra sahafa düştüğünü hep merak etmişimdir.Bu ilgim sahaflardan imzalı kitapları toplamaya götürdü beni.Aldığım kitapları incelediğimde bazılarının çok EDEBİ(?!?) olduğuna tanık oldum.Yine bir ara Mersin'de bir sahaftan, Hakkı Devrim'e imzalı,1966 İstanbul Yeni Matbaa baskılı küçük bir şiir kitabı aldım(HÜRRİYET PİRAMİDİ VE FİRAVUN -Hüseyin PALA)

Şimdi söz konusu kitap HÜRRİYET PİRAMİDİ VE FİRAVUN'dan önsözü paylaşmak istedim ki kitaptaki şiirler konusunda okurlara rehber olacak bir önsözdür.Önsöz aynen şöyle:

HÜRRİYET PİRAMİDİ VE FİRAVUN
BİR AÇIKLAMA
Adalet P. Hükümeti ve hükümetin adaleti ne yapsın,bir kez o ahtapot yurdun ve milletin ciğerine pençelerini saplamıştır,sökmek kolay mı?
Halk,hükümetle birlik olarak,komünizm ve onun açıkça destekçisi olan ortanın solundaki C.H.P. ile mücadele edeceğiz,Allah bizimle beraberdir.
H.P.
Hüseyin Pala'dan çalaparmak tadı:
MOSKOVA RAPORU
(gürsel’e,
öl be! Diyene)

Hastanelerinde bulunmayan aspirin yerine
hasta miğdeye
rahat insin diye
aya giden Sputnik’ler yutturan,
hürriyetsizlik ve açlığın dozunu artırarak
hastalıkları unutturan
dostlarımızın ülkesine gitse mi Gürsel?
Sen kozalak içinde kalmış kelebeksin be!
Başkan Moskova’da yattı diyelim
Veeeee
Nöbetçi doktorlarımızdan rapor isteyelim:
I.rapor
Kan vermek gerekince,
almak istememiş diye komünist kanı,
tuzlu suyla beslediler başkanı.
II.Rapor
Tuzlu suyla damar haşlanmış...
Hürriyetsizlikten bunalanların saldırısından
meğer öteden beri
oksijen çadırı yasaklanmış...
III.Rapor
Ateş 42...dünden iyi..
Kızıl mesajlar tıkılmasından korkularak
beyin ameliyatından vazgeçildiği...
................................................................................
Sana ameliyatsız tıkmışlar solcu mesajlar,ama,
sen kozalak içinde ne bileceksin...
Bir gün de solun komasına
yani
haşlısu komünizmine döküleceksin!
....................................................................................
(Moskova:Özel,gezi notlarından bir düşün hikayesidir..)
Gece yarısı... Gürsel derin komada..
Bir dilekçe bağlayarak kuyruğuna,
TRT temsilcilerinin yanına gelmiş,
Gele gele
aç bir kertenkele..
Yalvarmış:’’Beni alın-diye-TRT uyruğuna,
İstanbul’daki evinizde beslenir,
size yırtıcı bir timsah olurem...’’
Derken ,Gürsel uyanmış,seslenir:
-ört ki ölem!...
1966

ACIKMIŞ GÖZLERİNLE BAKMA ÖYLE,

Şiirimizin prensesi Aysun
Büyükyuva şiirleriye ar-tık sahnemizde -pardon blog-umuzda- sizlerle olacaktır.Dört gözle yeni eserleri ile bekliyoruz.
TOPRAK
Acıkmış gözlerinle
bakma öyle
söyle
neden
tarifsiz duruşun.
Küstün mü?
Saklanan
yıldızlar gibi.
Halbuki sen
sonbahar ağacımda
yeşeren,
tek yaprak olmuştun.





KALBİMİ YAKTIN

Size ilk geldiğim gün
Babanın gömleğini ütülüyordun
Bir baktım bir baktın
Kalbimi yaktın
Anladım
Peki babanın gömleiğini niye yaktın?
(NOT:Bu şiirin şairini hatırlamıyorum.Bilgisi olan varsa lütfen bağlantıya geçsin.)

Yusuf Şerifoğlu'ndan İnciler

Yayladağı eski belediye başkanlarından Yusuf Şerifoğlu yazdığı şiirleri kendi daktilo edip ciltçide ciltle miş.Eserlerinin isimleri şöyle:Aşkın Meyveleri,İmbikten Damlalar,Güz Dönümü.Ayrıca her şiirinin altına bazen kendi uydurduğu bazen de başkalarının sözünü değiştirip,ekleyerek vecize niyetine koymuş.Eserlerine en beğendiğim vecizesiyle başlayalım:
''okşamaya yararsın kaç paralık adamsın
ÇEKİŞME
Diyecek yok oğlana
Yan, yana
Can, cana
Kan ,kana
Fakat
Yüzü sovuk kaynana
Bak bana
Anana
Babana
Yedi atana
Besli dana
Kaynana
Benden yana
Dillerin yana
Sevemem seni kaynana
İçelim şerbet
Ruhuna kana,kana

Başka bir şiirden son iki dörtlük:
''Devrişin fikiri ne ise , zikride o
Öksüzlerin dans müziği hoda ho
Nasıl doğmuşsun , öyle kalmışsın
Eşekleri sürer gider , çoda ço

ben inegim tarlalarda otlarım
otlar, ot lar etrafımı boklarım
bir gün gelir baglanırsam oraya
kuru, kuru, boklarımı koklarım ''

Bir başka şiirini daha eksiksiz yayınlıyoruz.Nette ilk kez:
İZLENİM
Şu , rengarenk çiçekler
Birinden diğerine ,
Konan kelebekler
Edilen emekler
Yeniden ekmekler
Atlar katırlar
Kasaptaki satırlar
Hürmet gören yatırlar
Ayşe ile Fatma
Gelene gidene çatma
Mehmet ile yatan
Güneş dogar
Karanlığı boğar
Hanım inek satar
Araba , akraba
Ayak ata ıslanmış çoraba
Çölde kaval çalan araba
Aşıklar , aşıklar
Sofrada kaşıklar
Sarmaşıklar
Daha neler neler
Açılan eller
Okuyan diller
Hepsi , hepsi
İçilen pepsi
Fırındaki tepsi
Saglam kaldıkça kablosu
Dünyanın bir balosu
Yaşamın bir tablosu

Bir vecize daha:
Hayatın akışını , hayatın yaşamını sevgi temelleri üzerine kuramayanlar , mutlu olamazlar.
Bir şiir daha:
SUS
Sus , sus kimse duymasın
Duyupta uyanmasın
Uyanıpta almasın
Aşkımı elimden

Sus , rüzgara bakın
Aşkımı boynuma takın
Alıp götürmesin sakın
Aşkımı elimden

Sus , kulagı var yerin
Kerimin koyunu derin
Almasın nöbetçi erin
Aşkımı elimden


Her kaçış , bir reaksiyonun sızıntısıdır.
Valla bu vecizeyi de yazmaktan kendimi alıkoyamayacağım.Aynen şöyle:Şeklen büyüklük bir şey ifade etmez.
( Ressam René Magritte'in ünlü pipo tablosunun altına yazdığı 'bu bir pipo değildir' sözü 100 yılı aşkındır Michel Foucault başta olmak üzere bilim ve sanat adamlarını düşünceye sevk etmiştir.Üstad Yusuf Hocamızın (Şeklen büyüklük bir şey ifade etmez.)sözünün de gözden kaçmaması gerektiğini düşündüğümüz için buraya aldık.Kaldı ki kim bilir bu vecize-sözün Dilbilime de katkıları olmuş olur.)
Not:şiirin yazım ve noktalamasına sadık kalınmıştır.