CİDDİYET BUDALALIĞIN MASKESİDİR!: EDEBİYAT VE KEDİ(HELE KEDİ NURİ'NİN GAZOZUNDAN İÇMİŞSE)

3.01.2008

EDEBİYAT VE KEDİ(HELE KEDİ NURİ'NİN GAZOZUNDAN İÇMİŞSE)

yahu bu yazıya dördüncü giriş yazım olacak.neymiş ki bu Emre Sururi.ne zaman yazısına açıklama yazmaya kalkışsam PC kendi kendini resetliyor.ama bekleyin yakında önce word belgesinde yazıp sonra buraya kopyalayacağım.bu yazıdan(ki kendisi Çehov'un ''Eczacının Karısı'olduğunu sanıyor)çıkaracağımız bütün dersleri maddeler halinde sıralayacağım.şimdilik sadece KEDİ,GAZOZ,KADIN,ALDATMA VE EDEBİYAT BAĞLAMINDA DÜŞÜNÜP OKUYUN(hele şükür buraya kadar reset atmadı PC.bunu Ali TAŞ'ı yazarken bile yapmamıştı.neyse şimdilik bu yazıya dikkatimi çeken gececil dostuma teşekkür etmeliyim)
'Tamam, yok bir şey..'
Sevgilimin gözleri yeşildi ama sevdamız karaydı... (Zile bir kez bastım, açan olmadı). O benden bir yaş büyüktü, ben ondan biraz uzun. Baştan belliydi sevgimizin topal olacağı. (Cebimdeki anahtarlarımı arıyorum). Bir kış günü karlar içinde olmuştu tanışmamız. Yürürken arkamdan gelip sırtımdan vuran hain bir kartopu başlatmıştı herşeyi... Suç bende değildi. Daha o zamanlardan cesurdu, bana bakıp "Seni vurdum!" deyivermişti. Evet, henüz tanışmamış olabilirdik ama onun için o kadar da önemli değildi bu. (Kapı sessizce açıldı, koltuğa pardesümü fırlattım, şapkamı çengele astım, ceketim üstümde, kaşkol boynumda). "Benim adım Çiğdem seninkini söylesene.." İlk kez bu kadar rahat bir kızla karşılaşıyordum ama bu benim de atılgan olduğum anlamına gelemezdi ki. Adımı söylemem 3 dakikamı almıştı, yeşil gözlerindeki ışıltıya bakıp donduğumdan. Uçarıydı sevgilim, yolda yürürken incelemediği insan kalmazdı. Saçları uzun kestane idi önceleri ama sonra kestirdi. Tanıştığımızın üçüncü günü seviştik, bana ilk erkeği olduğumu söyledi, öyle bir yüz yalan söylemezdi. (Ağırdan merdivenleri çıkıyorum, Çiğdem komşuda olmalı, beni görünce şaşıracak). Evlenmedik, şu dört yıllık beraberliğimizde evliliği bir kez olsun düşünmedik. Ailelerimiz buna karşı çıktı ama yine de direndik. Bir gün bir kedi getirdi eve, yavru, sokakta bulmuş, annesi yokmuş, o bizim çocuğumuz oldu. Kızımızın adı Sevtap. İki kere beni kıskandırmak için başkalarıyla yemeğe çıktı ama ikisinde de dayanamayıp yemeğin yarısında geri döndü. Alışmıştık birbirimize. (Üst kattaki mutfağa giriyorum, buzdolabından süt çıkarıp bir cezveye boşaltıyorum). Kedi Sevtap, Çiğdem ve ben, dostlarımızın örnek ailesi seçilmiştik. Bir gün kedi Sevtap eve hamile döndü, bizim çocuğumuz olamıyormuş çünkü ben kısırmışım, bunu sonradan öğrendik. Çiğdem ağlamaktan kıpkırmızı olmuş bir burunla bir hafta dolaştı bana belli etmemeye çalışarak. (Süt yeterince ısındı, cezveyi ateşten çekip, sütü bir fincana koyuyor, dolaptan kahve kavanozunu arıyorum). Kavga ettiğimiz de oldu tabi, akşamında döndüğümde evi boş bulduğum günler de. Kirlide kalmış bir gömleğine yüzümü dayayıp onun özlemine dayanamayıp ağladığım saatleri de inkar etmem. Ama hem sevgi hem de alışkanlık, sürekli ayrılığı zor kılıyor. Ya o döndü, ya da ben gidip onu aldım ortak arkadaşlarımızın evinden, ama hiçbir zaman için kırgınlık olmadı aramızda. Anlayış... o kadar. (Fincana kahveyi de ilave ettikten sonra üstünde dumanı tüten sütümle biraz dinlenmek için yatak odasının yolunu tutuyorum). Bir kartopu atımıyla tanıştığımız Çiğdem'den ayrılmayı hiç düşünmedim, düşüneceğime de inanamam zaten. Yeşil gözleri var çünkü onun. Benimse boyum uzun. "Hadi bakalım..." bu sözü nerede duysam onu hatırlarım, onun kadar güzel kimse söyleyemez çünkü. Zamanlı ya da zamansız hiç önemi yok, bu lafı söylediğinde bırakırım yaptığım işi, ona sarılırım. Çiğdem'i severim ben. Sevtap'ı da. (Uçağın kalkışı iptal, yarına kaldı. Yatak odasının kapısı kapalı, kapının önünde Sevtap uzanmış, bana bakıyor. Turuncu-beyaz bir tekir bu bizim Sevtap). Üçlü, mutlu bir aileyiz biz, şu televizyondaki reklamlardakiler misali. Kavga ettiğimiz de olur, Sevtap'ın mamasını vermeyi unuttuğumuz da... ama yine de ayrılmayı hiç düşünmedim, düşüneceğimi de pek sanmıyorum. (Eğilip Sevtap'ın başını okşuyorum, gözlerini kapıyor, iki sivri dişinin ortasından dilini çıkarıp yalanıyor, sütlü kahvem elimde, yorgun argın, yatmak üzere kapıyıitiyorum). Sevtap'ın yavrularını başkalarına verdik, birini kendimize ayırdık. Bembeyaz rengi var, daha yavru. Karbeyazı koyduk adını, tanışmamızı hatırlatıp dursun diye. Çiğdem'in ailesi başka şehirde, güya arada çok yol var diye ayda yılda bir gidişimiz, esas gitmeyiş sebebimizi onlar da bizim gibi biliyorlar: tavır koyuyoruz efendim. (Kapıyı açarken aklıma, yolculuktan erken dönen kocaların karşılaştıkları manzaralarla ilgili karikatürler geliyor, şu andaki durumum onlara ne kadar da benziyor, dudaklarımda bir tebessüm beliriyor, şimdi bir de kapıyı açınca Çiğdem'i başka bir herifle görüyormuşum, ya da başka bir kadın, daha komik olur... Kapıyı ittim; iki kişilik pirinç somyeli yatağımızda bir herif ellerini başının arkasında kavuşturmuş, sigara içiyor, koltuk altına yaslanmış, uyumakta olan kısa saçlı bir baş; Çiğdem'in başı, onun kısa saçı... Adam beni farkedince bir an panikliyor, herhalde birazdan bu durumun mantıklı açıklamasını da yapar ama ben dinlemek istemiyorum, elimi kaldırıp "tamam, yok bişey, dikkat et uyanmasın..." diyorum. Çiğdem'in uyanmasını istemiyorum. Çiğdem uyuyor. Yorgunluk yıkıcı, ben de uyumak istiyorum. Çiğdem'e bir kez daha bakıyorum, herhalde bu onu son görüşüm, tabii dayanabilirsem. Gözleri kapalı ama yeşil var kapalı göz kapaklarının altında. En azından bunu biliyorum. Adam merakla bana bakıyor. Bu yaşadığı en garip an olmalı. "Tamam, yok bir şey". Çıkıyorum odadan, merdivenleri inip, içmeye vakit bulamadığım sütün fincanını gardroba koyuyorum, paltomu giyiyorum, tel gözlüklerimdeki camlar buğulanmış, mendilimle onu siliyorum, kapıyı sessizce kapayıp yeni bir yaşama, Çiğdem'siz bir yaşama ilerliyorum...)
Biliyorum ki böyle olmasını istemezdin, biliyorum ki herşey daha başka olabilirdi... Biliyorum ki aslında sen ne yaptığını bilemeyecek kadar kötü bir durumdaydın, biliyorum ki beni aslında ne kadar sevdiğinin farkına daha yeni yeni varıyorsun... Biliyorum ki bunların hepsi yalan, yaşanmamış. Biliyorum ki ben asla o kapıyı itip, açmadım. O el asla kalkmadı kapı koluna, asla çevirmedi onu. Dahası biliyorum ki o kartopu sırtıma asla isabet etmedi, benim için sen asla varolmadın.
EMRE SURURİ

Hiç yorum yok: